Tarihte Ekratların varlığı.
tengriallahdegildir
Yazar: tengriallahdegildir

Sorgula Araştır Fikir oluştur.

Bölüm 1.

Elimizde mevcut olan en erken ve kürt olarak okunabilecek kelime batı dillerinde yazılmış kitap , seyahatname vs gibi somut delillere dayalı “Curd” çoğulu ise Ekrat “Curdes” dir. Curd kelimesinin Türkçe karşılığı olan kelime “kür” dür. Özellikle lor peyniri veya kesik süd doğrusu süt dür ve damakta d/t yer değişimi mevcuttur ve bu yer değişimini Kurd veya Kurt olarak da görmekteyiz. Latince kökenli olan Curd kelimesini araştırdığımızda karşımıza çıkan öncelik lor peyniri olmakla beraber , limonlu curd , ahududulu curd vs olarak çıkmaktadır ve bu bize çok önemli bilgiyide vermektedir. 

Öncelikle Curd bir etnik tanıma hitap etmemektedir. Arap ve Fars ki doğrusu Part’dır, kaynaklarında ü harfi olmamasına rağmen nasıl olurda Mesudinin Altın çayırlar kroniğinde geçen kürdiye olarak okunabilir? Hele ki abisinin ismi Behram çübin iken. Alfabelerinde ve vocallerinde olmayan bir harfi nasıl yazabilirler? Buradan anlaşılan curd kelimesi , batıdan doğuya gelmiş bir kelime olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada asıl soru ne zaman geldi? Burada iddia edilen ki bunu sahtekarca yapmaktadırlar , Arapça Krd kelimesini ele almamız doğru olacaktır. Krd içerisine bir çok sesli harf girebilir , giremiyecek olan harf ü dür. Bunun olabilmesi için Arapçada ü harfinin olması gerekmektedir. Bu durum Farsça yani Partça içinde geçerlidir. Özellikle (Grammatica Linguae Persicae Francisci de Dombay 1804 , Sayfa 22.) sözlüğünde karşımıza çıkan tanımlaması üstte görmüş olduğumuz KRD kelimesinin açıklanmasında da yardımcı olur. ( Dictionnaire Turc-Français Cilt 1 T.X. Bianchi ve J.D. Kieffer Sayfa 581) “Kurdous (Vocalde Kürdus) Troupes de chevaux” sözlüğünde geçen At birlikleri tanımı Osmanlıda kullanılan KRD yazılışını kürt diye okuyamayacağımızın delillerinden bir tanesidir. 

Burada Yavuz Sultan Selimin beyitlerine değinmedende geçemeyiz. Burada (Yavuz Sultan Selimi’in Farsça Beyitleriyle Tercümeleri Hasan GÜLTEKİN) yapmış olduğu çalışmalardan bazı kesitler  : 

” پیش مردم لب توان بر بست از آه و فغان منع نتوان کرد لیکن دیدۀ خونبار را

Pîş-i merdüm leb-tevân ber-best ez-âh u figân Men’ ne-tevân kerd lîkin dîde-i hûn-bâr-râ

[Halkın yanında âh eyleyip sükût etmek mümkündür. Lakin dîde-i hûnbârı -giryeden- men’ eylemek kâbil değildir.]

هم بجانان خواهم آخر کفت شرح حال خود کرچه نتوان کرد ظاهر با کس این اسرار را Sayfa 1224.

Hem be-cânân hvâhem âhir güft şerh-i hâl-i hod Gerçi ne-tevân kerd zâhir bâ-kes în-esrâr-râ

[Her ne kadar bu esrârı kimseye ifşâ etmek câiz değilse de âkıbetü’l-emr yine cânâna hâlimi arz edeceğim.]” Sayfa 1224.

Beyitlerden de anlaşılacağı üzere KRD kelimesi Osmanlı divanında kerd olarak kullanılmıştır. Önümüzdeki bir diğer soru Ekrat   kürtler yalanıdır. Bu konuda Uğur Mumcunun <Işıklar içinde uyusun> yarım kalan kitabından (Uğur Mumcu Kürt Dosyası Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır.) bir kesitle başlayalım. 

“Şimdiye kadar bunlara Kürt denmiştir. Başka bir ırktan olmuş insan muamelesi yapılmıştır. Hükümetin sünni ve cahil memurları bunlara kızılbaş ve gavurdan da aşağı dine salik insanlar muamelesi göstermiştir. Cumhuriyet hükümetini kendilerini Kürt soyundan bildiği ve herkesin vicdani akidesine karışmadığı ve fakat kimsenin kimseyi de şu veya bu mezhebe girmeye teşvik ve icbara selahiyetli olmadığı da anlatılınca gönülden Hükümete bağlılık duyguları doğduğu da sezildi. EKRAD, KÜRTLER DEMEK Mİ?” Pdf sayfa numarası 55.

Gerçektende Ekrat kürtler demekmi? Bu konuda ilk önce İbnül esirin Haçlı seferleri Kroniğine bir bakmamız gerekecektir, ” (Recueil des Historiens des Croisades Historiens Orientaux Cilt 2.)

Yanında kalan hukuk bilgini Gıyaseddin Eyissa el-Hakkari, daha sonra Seyfeddin Ali İbn Ahmed’in (İbn el-Mektub) yanına gitti ve bu liderle o kadar çok şey yaptı ki onu yeni kendisine kazandırdı. Ona, Ayin ed-Daula el-Yaruki ve İbn Telîl yaşadığı sürece bu yüksek mevkinin asla senin olmayacağını söyledi. Bunda muvaffak olduktan sonra Şehabeddin el-Haremi’yi bulmaya gitti ve ona şöyle dedi: Bak, Salâheddin bir krallığın başındadır ve o senin kız kardeşinin oğlu olduğundan bakabilirsin, seninki gibi onun gücünde. Ayrıca onu bundan mahrum bırakan ilk kişi siz olmayın çünkü o asla size ait olmayacaktır. Kendisiyle birlikte Salaheddine gitmeye ve sadakat yemini etmeye karar verinceye kadar azarlarına devam etti. Daha sonra Kutbeddin’in yanına giderek ona şu sözlerle hitap etti: Sen ve El-Yaruki dışında herkes Selahaddin’in otoritesini tanıyordu; ama ne olursa olsun sizi ona bağlayan bir bağ var: ikiniz de Ekratsınız ve yüksek komutanlığın Türkmenlere geçmesine izin vermeyeceksiniz.” Sayfa 256.

İbnül Esirin burada bahsettiği Yaruki , Kutbeddin ve Selahaddin’in Ekrat olduklarıdır. Yaruki ,Selahaddin ve Kutbeddin’in Türkmen olmadıklarını da vurgulamış olmaktadır. Oysaki Ekrattan olan Kutbeddinin ölümüyle ilgili bölümü şu şekilde açıklamaktadır. “

565 yılının Şevval ayında (Haziran-Temmuz 1170), Atâbek Şeyh Zengi’nin oğlu ve Ak-Sungur’un torunu atâbek Kutbeddin Maudud’un ölümü gerçekleşti.” Sayfa 264.

Buradan İbnül Esirin Ekrat dediği insanların aslen Atabekler olduğunu da öğrenmekteyiz. Batılılar curd neye demektedir? Mesudi 9 yüzyılda yazmış olduğu Altın bozkırlar eserinde bize ekratların etnik kökeni hakkında gayet açık bir dille bir bigiyi aktarmaktadır. Mesudi (Maçoudi Les Prairies d’Or. C. Barbier de Meynard et Pavet de Couteille. Cilt 3.) Ekratların soyları hakkında : 

“Araplar kamplarını seçerken kış kamplarını yaz kamplarından ayırıyorlar. Bunların arasında Müncid ve Muthim vardır; birincisi Necd ovasında yaşayanlardır; ikincisi, Téhamah’ta (denize yakın platolar) yaşayanlar. Diğerleri ise Gaur-Bayçân (Beth-sçan veya Scythopolis İskit ), Gaur-Marrah, Suriye, Filistin ve Lakhm ve Codam kabilelerinin yaşadığı Ürdün bölgesi gibi gaur veya çöküntü vadilerinde yaşar. Buna ek olarak, tüm kabilelerin etrafında toplandıkları rezervuarlar ve yalnızca kendilerinin girebildiği bölgesel derebeylikleri vardır; Dahna ve Samawah çölleri, Tehamah, Necd, vadiler (bakaa), ovalar (kaa) ve vadiler (wahad) bunlardır. Bir Arap kabilesinin sıradan kamplarından ve Darıc sarnıcı, el-Akik, el-Habadah sarnıcı ve benzeri rezervuarlardan kendilerine ait olduğunu bildiğimiz sarnıçlardan uzaklaştıklarını görmek nadirdir.” (Burdan da anlayacağımız üzere Mesudinin Arap dedikleri insanlar yaylak ve kışlak yaşamı sürmekdeler.) Şimdi Kürtlerin ırkından ve kollarından bahsedelim. Kökenleri konusunda anlaşamıyoruz: bazılarına göre Wayil oğlu Bekr’in oğlu Adnân’ın oğlu Maadd’ın oğlu Nizar’ın oğlu Rébyâh’ın soyundan geliyorlar. Antik çağlardan beri, belirli olayların ardından Araplardan ayrılarak, İran’ın ve diğer yabancı ulusların şehirlerinin yanındaki dağlara ve vadilere yerleştiler. Orada ilkel dillerini unutup yabancı bir deyimi benimsediler. O tarihten bu yana her aşiret belirli bir Ekrat lehçesini konuşuyor. Diğerleri Ekratların Nizar’ın oğlu Modar’ın soyundan geldiğini iddia ediyor; Bunların Hevazin oğlu Sâssâ oğlu Mard oğlu Krd’nin torunları oldukları ve Gassanîlerle kavgaları sonucu uzak bir zamanda ülkelerinden göç ettikleri anlaşılmaktadır. Diğerleri ise onların, su ve otlak aramak için dağlara çekilen, yabancılarla temasları nedeniyle ana dillerini terk eden Rébyâh ve Modar’ın torunları olduğunu düşünüyor. Bazıları da onları Davud oğlu Süleyman’ın köle kızlarından alıyor. Bu kral tacından mahrum kalınca, Casad isimli iblis bu kölelerden sadakatsiz olanlara saldırıp onları anne yaptı, mümin köleler onun saldırılarına karşı Allah’tan yardım istediler. Süleyman, Tanrı tacı kendisine iade ettiğinde, kölelerinin cinle olan bu çiftleşmeden doğan çocuklar doğurduğunu öğrendi; onları dağlara ve vadilere sürdü (karrad) (doğrusu Kerad’dır) ve çocukların annelerinin yanına yerleşmelerine izin verdi. Aileleri zamanla büyüyerek Ekrat ırkının kökü haline geldi. (Arap ırkından ortaya çıkan bir Ekrat ırkıyla karşı karşıya kalmaktayız m bu bize eski insanların Etnik tanımından kasıtlarının ne olabileceği düşüncesini dayatmaktadır. Yukarıda tarif ettiği Yaylak ve Kışlak hayatı yaşayan ve sürülerini otlatan insan topluluklarının da sorgulanması gerekmektedir.)  İşte başka bir versiyon daha. Daha önce Dahhak du’l Afwah’tan ve İranlılar ile Araplar arasında onun ırklardan birine mi yoksa diğerine mi ait olduğu konusunda yapılan tartışmalardan bahsetmiştik. (Bkz. cilt II, s. 113.) Bu zorbanın omuzlarında insan beyniyle beslenen iki yılan oluşmuştur. Dahhak’ın aralarında gerçekleştirdiği katliamlara öfkelenen Persler, hatırı sayılır sayıda ayaklandı, Aferidun’u başlarına koydular ve kendi lagünlerinde dirafş-kawan adını verdikleri deri bir sancağı kaldırdılar. Daha önce de gördüğümüz gibi Aferidun, Dahhak’ı yakalayıp Demavend Dağı’na zincirledi. Artık zalimin veziri her gün bir koç ve bir insanı kesiyor, Dahhak’ın omuzlarında doğan iki yılanı beslemek için beyinlerini karıştırıyordu. İşkenceden kurtulan Persler dağlara sürüldü ve orada vahşi doğada yaşadılar. Daha sonra bu bölgelerde ittifak kurarak Ekrat ailesini doğurdular. Bu nedenle mevcut Ekratlar, çeşitli kabilelere bölünmüş onların torunları olacaktır. Dahhak’ın tarihi ne Persler ne de antik ve modern tarihçiler tarafından şüpheye düşülmemektedir ve Pers kitaplarında bu kralın şeytanla olan maceralarına dair tuhaf ayrıntılar vardır. Persler, daha önce bahsettiğimiz ilk hanedanın ilk kralı Tahmur’un (Tahomurs) Nuh peygamberden başkası olmadığını iddia ederler. Dirafş kelimesi ise Pehlvi dilinde yani İran’ın ilkel dilinde bayrak, mızrak ve sancak anlamlarına gelir. ( Üç farklı rivayetin üçüde ilginç bir biçimde sürgün edilen topluluktan bahsetmektedir.) Başka bir yerde farklı Türk boylarının tarihi üzerinde durmuştuk. Yanlışlıkla Aferidun’un oğlu Tuh’un (ya da Tavac’ın) soyundan geliyorlar. Bu hatayı kanıtlayan şey, Aferidun’un, Rum halklarının hükümetini Selm’e verdiği gibi Tuh’a da Türklerin hükümetini vermesidir. Eğer Türkler kendi çocukları olsaydı nasıl Tuh’un tebaası haline getirebilirdi? Buradan Türklerin Aferidun oğlu Tuh’un nesli olmadığı sonucuna varmak gerekir. Ancak bunların arasında Tuh’un tamamen özgün soyundan gelenlerin bulunduğunu kabul etmeliyiz. Tüm Türk boyları arasında en asili Tibet’te yaşayanlardır, çünkü yukarıda onu bu ülkeye kuran Tobba’dan bahsederken söylediğimiz gibi Himyar’dan gelmektedirler. (Bkz. yukarıda, s. 224 ve t. I, s. 350.) Kürtlere dönecek olursak, en yaygın ve kesin görüş onların Nizar oğlu Rébyâh soyundan geldikleridir. Kabilelerinden biri olan Kufe ve Basra mahlerinde, yani Deynawer ve Hamadân topraklarında yaşayan Şuhacân’ın, oybirliğiyle Maadd oğlu Nizar oğlu Rebyah’ın torunları olduğu kabul edilmektedir. Azerbaycan’ın Kenkiver (Concobar) şehrinde yaşayan Macerdân’lara gelince, Hulbanyeh, Sarat (veya Şarat – Karat) ve Cébal’de yaşayan Şadencân, Lezbah, Madencân, Mazdenkân, Barisân (veya Barisnân), Khalyeh ( Quatremère, Celali’yi, Cabarkyeh’yi, Cavanyeh’yi, Mestekân’ı ve Debabileh gibi Suriye’de ikamet edenleri okur. Kökenlerini Nizar oğlu Modar’dan aldıkları sabittir. Kürtler arasında Musul topraklarında ve Cuudi Dağı (Ararat) civarında yaşayan Hıristiyan Yakubitler ve Curkânlar da bulunmaktadır. Nihayet bunların arasında Otmân ve Ali’nin otoritesini reddeden Hariciler ve mezhepler buluyoruz. Bu, özetle göçebe halkların tarihidir. Gorcistân, Bost, Bestam ve Seystân civarında yaşayan Türk ırkının bir kısmı olan Guzlar veya Karduklar hakkında burada hiçbir şey söylemeyeceğiz. Kerman’da yaşayan Kuf’lardan, Belutşe’lerden ve Cute’lardan da bahsetmeyeceğiz. ” Sayfa 249 , 250 , 251 , 252 , 253 , 254. 

Mesudi yazmış olduğu Altın bozkırlar kitabında Ekrat kelimesinin sürgün edilen , sürülen topluluklara verildiğini ve bu toplulukların dağlara sığınarak kendilerine bir yaşam kurduklarını ve zaman içerisimde de ana dillerini unutarak kendi aralarında farklı bir lehçe oluşturduklarını belirtmektedir. Bu durum içerisinde Ekrat kelimesi Türkçede kürtler değil sürgünler olarak telafuz edilmesi gerekir. Mesudi Türklere atıf yaparak Ekratların etnik kökenini Oğuz Türkleriyle bağlarınıda ortaya koymaktadır. Sadece Mesudi ve İbnül Esir bu konuda yeterli olmasada erken dönem açısından bize bilgi aktarmaktadır ve bu bilgiler Ortaçağdan günümüze kadar ulaşan bilgilerin toplamından , zaman içerisinde bir kürt toplumu oluşmuş olabilir mi bunuda irdelememiz gerekmektedir. 11 yüzyıl da (Histoire du Sultan Djelal ed-din Mankobirti. Celaleddin Harezmşah ya da Celaleddin Harzemşah) yazmış olduğu kitabında Ekratları sadece hırsız , soyguncu , olarak tanımlayan bir tanımlama yapmıştır. Kitabında bahsettiği : 

“Emirlerin gelişiyle Şeref el-Mülk’ün kuvvetleri artınca, Şeref el-Mülk, Başmabeyinci adına Bedreddin İbn Serhenk komutasında bulunan Huy’ye doğru yürüdü.” Sayfa 276

Bedreddin İbn Serhenk , 11 yüzüncü yılında (Ousâma ibn Munkidh 1095-1188). yazdığı kitabında Surhanaktan bahseder. Bedreddin İbn Serhenk Ousâmanın kitabında bahsettiği Surhanak ise , Ekrat gruplarının içerisinde en meşhur altlılarından biri olduğunu belirtir, Usame o bölümde :

 ” Bu Surhanak, Ekrat’ın en meşhur atlılarından biriydi, liderdi.” Sayfa 36.

Bu Surhanak veya Serhenk , olası Saruhan olabilirmi sorusunu da beraberinde getirmektedir. Bu konuya ileride değineceğiz. Mankobirti yazmış olduğu kitabında : 

“Yukarıda anlatıldığı gibi, Tatarlar köyde Sultan’ın askerlerini bozguna uğrattıklarında, Sultan’ın şahsı, esir alınan arkadaşlarından biri tarafından onlara gösterilmişti. Hemen onun peşine düştüler ve on beş atlı da onun peşinden koştu. Bunlardan ikisini vuran padişah onları öldürdü, diğerleri ise onu yakalayamayacaklarını düşünerek geri döndüler. Sultan daha sonra yolları kollayan ve yoldan geçenleri yağmalayan Ekrat bulunduğu dağa çıktı. Ellerine düşen herkesi soymaya alışkın olan bu adamlar tarafından yakalanıp götürüldü. Onu öldürmek üzereyken Sultan, liderlerine gizlice şöyle dedi: Ben Sultanım, benimle ilgili bir karar almak için acele etme, çünkü şu iki çözüm arasında seçim yapabilirsin: ya beni başka bir yere götür. El-Melik El-Muzaffer Şihabeddîn sana zengin olman için bir şey versin veya beni eyaletlerimin bir yerine gönder, o zaman seni prens yapayım. Reis, padişahı memleketine geri götürmeye karar verdi ve onu arkadaşıyla birlikte ordugâhına götürdü; Daha sonra onu karısının bakımına bırakarak bizzat dağlara at aramaya çıktı. O yokken, aşağı tabakadan bir KRD, bir çeşit hayvan, elinde bir cirit tutarak evine geldi ve kadına: Bu Harezmien kimdir? diye sordu. Neden onu öldürmüyorsun? İmkansız, diye cevap verdi, kocam ona aman verdi, çünkü o, kendisinin padişah olduğunu ilan etti. Nasıl olur da, diye haykırdı Kürt, onun padişah olduğuna inanabildin! Ayrıca Khélâth’ta ondan daha iyi olan bir kardeşimi öldürdüler. Böyle diyerek KRD, padişaha öyle bir mızrak darbesi indirdi ki, ikincisi işe yaramayacaktı ve onu ölülerin ruhlarına katılmaya gönderdi. Yani bu zavallı KRD, liderine borçlu olduğu her konuda başarısız olmuştu; Yeryüzünde mukaddes kanlar dökmüş, onun yüzünden servet cebi yırtılmış, hadiselerin barajı yıkılmış, dinin sancağı alçalmış, İslam binası altüst olmuştu. Sam semasından çıkan şimşekler din oğullarını dağıttı, ama yıldırımları küfür ve inkarcıları titretti. Dünyanın çeşitli yerlerinde, Sultan birçok kez, en ağır şartlar altında ölümün tahribatından kurtulmuşken, onu her tarafta bekleyen imtihanlardan kurtulmayı başarmışken, kaderin bir hükmü ölümün gerçekleşmesini istemişti. Bu yiğit aslanın işi tilkilerin işiydi. Talih ve kaderin getirdiği ani olaylar karşısında şikâyetlerimizi Yüce Tanrı’ya götürmeliyiz. Bundan bir süre sonra El-Malik El-Muzaffer, Sultan’dan alınan tüm eşyaları dağdan getirmesi için adam gönderdi: bindiği at, eyeri, meşhur kılıcı ve son olarak da ortasına diktiği asa. Bütün bunlar getirildikten sonra, bu nesnelerin orada bulunan ve Sultan’a son günlerinde eşlik eden eski saray mensuplarının hepsi tarafından doğrulanması sağlandı; bunların arasında Tarkan , Thalas , büyük emir subayı ve belli sayıda kişi vardı. Diğerlerinin ise, bunların Sultan’dan alındığını beyan eden kişiler olduğu belirtiliyor. Daha sonra kemikleri getirilip gömüldü. Zavallı KRD (Kerad), böylece hem önderini acı bir maceraya sürüklemiş, hem de bu dünyayı desteğinden yoksun bırakmış, bir bakıma yetim bırakmıştı.” Sayfa 409, 410 , 411.


            Youtube kanalımıza

X